Köşe Yazarlarımız

Acilde geçirdiğim 5 saat!






Geçtiğimiz gece küçük bir rahatsızlık sebebiyle gittiğim Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi Acil Servisi‘nde tam 5 saat geçirdim.

Evet rahatsızlık küçük ama neden 5 saat sürdü ve o 5 saat içinde nelere şahit oldum, onu anlatacağım size;

Uzun zamandır sağlık çalışanlarının yaşadıkları zorlukları, uzun nöbet saatlerini, yapılmayan istihdamlar yüzünden yaşanılan zorlukları anlatan haberler yapan bir gazeteci olarak, bir kez daha birebir gözlemleme fırsatım oldu.

Acile girildiği anda her zamanki kalabalık sanki oradan hiç ayrılmamışcasına karşılıyor insanı.

Devlet hastanesinin yükü o kadar büyük ki, yoğunluk açısından günler birbirinden çok da farklılık göstermiyor burada.

İlk gözüme çarpanlar;

  • Öncelikle kapının dışında acil önünde kaldırıma yığılıp kalan ve ağlaması acili inleten bir kadıncağız,
  • Diğer tarafta ağaçların altında küme halinde ağlaşan bir grup insan (Hastalarının öldüğünü sonradan öğrendim)
  • Kucağındaki baygın bebeğiyle acile girmeden kayıt yaptırmaya çalışan bir anne,
  • Birinin hasta olduğu her halinden belli olan 3 asker,
  • Tekerlekli sandalyede içeri alınmayı bekleyen yaşlıca bir kadın hasta,
  • Sırasını bekleyen bir kaç tane genç çift,
  • Etrafta koşturan güvenlik görevlileri..

Eşim kaydımı yaptırırken ben de bir köşede sıramı beklemeye başladım.
Fenalaşınca kapıyı açıp kapatan görevliye haber verildi ve içeriye müdahale odasına alındım.

İçerde 2 pratisyen hekim, genç bir doktor, 4 hemşire, bir de hastaları taşıyan görevliler var.
Yatakların yarıdan fazlası dolu,
Herkese yetişmeye çalışıyorlar.
Telaş var ama işlerini bilinçli yapıyorlar.

Belli bir süre sonra kendime gelmeye başlıyorum,
Aradan 1 saat geçmiş ama kan tahlili sonuçlarım gelmiyor, dolayısıyla ilaç veremiyorlar.

Sol tarafımdaki yatakta kalp hastası bir amca yatıyor ama ona da ilaç veremiyorlar,
Bir ilerdeki yatakta başka bir hasta yatıyor, adam inliyor acıdan ama ona da herhangi bir ilaç verilemiyor.

Sağ tarafımdaki yatakta genç bir kadın var,
O da tahlil sonucunu bekliyor, 1 saatten fazla olmuş.

Hastalar hem acı çekiyor hem söylenmeye başlıyor,
Neden çıkmıyor bu sonuçlar?

Hemşireler sürekli laboatuvarı arıyor ama sonuç yok.

Derken, yakını ölen bir genç adam ağlama krizi ile içeri alınıyor, hemen müdahale ediliyor.
Genç adamın hıçkırıkları inletiyor acili.

Bir tarafta acıdan bağıran başka bi genç adam.
Taş düşürüyormuş.

‘Yapılacak bir şey yok’ diyor genç doktor, ‘biraz sancılı bir süreçtir’ diye izah ediyor ve gereken ilaçları yazıyor ama hasta yabancı.
‘Kimsem yok, araç yok, gitmek istemiyorum’ diyor.

Ama acilde yatakların boşalması lazım.
Taksi çağıralım sana diyor doktor.
İkna edemiyor.

Arada güvenlik görevlisi içeri girip hasta yakınlarını dışarı çıkarmaya çalışıyor.
Yeni hasta geldikçe temizlik görevlisi sürekli yerleri siliyor.
Ama 5 dakika sonra yine dağılıyor ortalık.

Tam o sırada karşı yatakta yatan epilepsi hastası 7-8 yaşlarında bir çocuk kriz geçirmeye başlıyor.
Kadın hemşirelerden biri çocuğu kaptığı gibi müdahale odasına koşuyor.
Doktorlar müdahale ediyor canhıraş.

Genç baba eli kolu bağlı olanları izliyor.

Maskelerini çıkaranlar uyarılıyor sürekli.
Görevli, “Geçen buradan 8 vaka çıktı, maskeler çıkarılmasın” sözleriyle ses yükseltiyor.

Yani bir de hayati risk altında çalışıyor herkes.

Tam o sırada 65-70 yaşlarında bir erkek hasta getiriliyor.
Durumu ciddi.
İlk müdahale yapılıyor,
Hızlıca yoğun bakıma götürülüyor.

Tahlil sonuçlarım nerede demeye utanıyorum.
Sonra bir kaç hemşire ile konuşuyoruz;

“Bu sorunlar sürekli yaşanıyor, sürekli laboratuvarın yeri değişiyor. Tahlil sonuçları gelmediği için acı çeken hastalara müdahale edemiyoruz. Nöbet saatlerimiz uzun, acil yoğun. Bunlar konuşulmuyor medyada” diyor.

Sayıları az,
Saatleri uzun,
Çalıştıkları ortam psikolojik bir travma.

Ben utanıyorum.

Gerisini yazmaya çok da gerek yok.
Tahmin edebilirsiniz.

Bu 1 saat içinde olanlar orada olduğum 5 saat içinde aynı yoğunlukta sürekli farklı simalar, farklı hastalarla devam ediyor.

Taburcu olurken sesleniyorlar;
“Yaz bunları, herkes bilsin”

“Aylardır, yıllardır yazıyorum ama üzerine alınan yok” demeye çekiniyorum.

Kendi derdimi unutmuş vaziyette ayrılıyorum oradan.
Güzel ülkemde elimizin üstünde tutmanız gereken sağlıkçılara çektirilen eziyete bir kez daha kahrediyorum.

Boynumun borcu,
Yazıyorum.

Ama kim duyacak?
Kim çare olacak,
Umut edemiyorum.









Başa dön tuşu