Köşe Yazarlarımız

Ev Hanımı…






Osman Kavala’dan sonra Gezi parkı davasının diğer yedi sanığından birisi de 71 yaşındaki Mücella Yapıcı’ydı.

Tam 18 yıl hapis cezasına çarptırdılar.

Mücella Yapıcı İstanbul Mimarlık Fakültesi’nden mezun olmuştu. Tıpkı hocası gibi Güzel Sanatlara meyilliydi.

O vakit henüz şimdiki gibi etrafı görgüsüz müteahhitler doldurmamıştı.

Mücella Yapıcı Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği kentleşme, afet komitesi ve çevre etki değerlendirme kurulu üyesi olmuştu. Gezi parkında eline mikrofonu alıp birkaç kez konuştu diye 18 yıl hapis cezasına çarptırdılar.

İşte suçu buydu.

O konuşmayacaktı da kim konuşacaktı?

Erdoğan televizyona çıkıp üç tane doğurun diyordu. Büyük bir doğum şenliği yaşandı.

Çocuğuna Tayyip ismi vereni mi ararsın, yoksa hastanede biz üçüz doğurduk diye üçüzlerine Recep, Tayyip, Erdoğan ismini veren mi…

Kameralara sırıtarak röportaj veren eblek Türk erkeğinin bir tek ekran karşısında orgazm sigarası yakmadığı kalmıştı.

Çünkü karısı ona helal ve ev işlerinin kölesiydi.

Mücella Yapıcı’nın eline Gezi Park’ında mikrofon alıp konuşması da neymiş…

Kadının sırtından sopayı karınından sıpayı eksik etmeyeceksin. Sıpa burada ben oluyorum. Türkiye’de halen çocuklar sıpa gibi anaları babaları tarafından çalıştırılıyor. Sıpa olmasalardı oyuncak motorları mı olacaktı sanki.

Ev hanımlığı dünyanın en adi mesleğidir. Neden mi meslektir ev hanımlığı? Çünkü birgün sizinle işleri biterse kovulursunuz. Sizden boşanırlar.

Mücella Yapıcı Gezi Park’ında yüksek sesle çevre katliamı yapıyorsunuz, çarpık kentleşme ve kültürel soykırım yapıyorsunuz nasıl derdi.

En adi kölelik ev hanımlığıdır. Çünkü üç kez boş ol diyerek azat edilen kainattaki tek köle varlıktır ev hanımı.

40 yıl önce Türkiye’de nüfus artış hızı 2.4 yerine, bir dolayında olsaydı, bugün kişi başına gelir yirmi kat daha fazla olurdu.

Varoşlar böyle oluştu, şiddet toplumu böyle oluştu, çevre böyle kirlenmişti. Makina almak yerine insanın kol gücünü sömürmeyi daha ucuz bulan patron değişimin önünde nasıl engel oluşturuyorsa, kadının okumasını, çalışmasını engelleyen reisler çocuk kadınları nasıl evlendirme kılıfı altında yaşlı erkeklere satıyorsa o babalar, kadınları çocukluktan yaşlılığa kadar köleleştirerek, değişimin önündeki diğer bir engeli de insanlık onurundan nasibini almamış o erkekler oluşturuyor demektir.

Urfa’dan İstanbul’a göçen kadın köleler apartmanın bodrum katında penceresiz evinde sarhoş kocalarının yatağına girerken, tek göz odada 6 çocukla bir yerde yatıyorlardı.

Avrupa bu işleri 1500’lerin ortasından çözmüştü. Avrupa’da ambarlarda yaşayan çifçi aileleri fareli ambarlarla odalarını ayırınca çocuk odası ortaya çıkmıştı. Türkiye’de çocuk odaları ilk kez memurların evinde görülmüştü.

Neden mi göçmüşlerdi

Urfa’dan Adana’dan İstanbul’a

Ağalara ırgatlık yapmak ağır basmıştı da ondan.

Bir evin bir ırgatı bir ağası olmalıydı. Aile reisi ağası ev hanımı ırgatıydı.

Nelere heves ederdi de o köylü kadınlar, traktör borcu ağır basmıştı.

Adana’daki bütün ormanları kesip halka tarla diye dağıtmışlardı. Bütün Çukurova’ya krediyle traktör vermişlerdi. Canavar gibi girdiler traktörleriyle koca koca köknar, kayın, çam ormanlarına. Tek bir ağaç, kurutulmuş tek bir sulak alan bırakmayana kadar kazıdılar toprağı. Sineğin çeşidi bile değişmişti. Ev hanımları 14 saat boyunca 6 çocuğun peşinden koşturup çamaşır, yemek derken, paraları pavyonda yiyen reis traktörün kredisini ödeyemeyince İstanbula göçmüşlerdi.

Canım İstanbul mimarisinin ırzına geçmeleri yetmemiş, Şükrü Saraçoğlu’nun organize ettiği 6-7 Eylül olaylarında da İstanbul’un yüksek kültürünü yok etmişlerdi.

Ortam değişmişti, inşaat amelesi olmuş, kahvelerde sürtmeye başlamışlardı. Ev hanımları o saat tek bir ampülün altında, şubatın ayazında apartmanın taşlarını siliyordu.

O çocuklar kentin ırzına geçen görgüsüz müteahhitlerin apartmanlarında hücre gibi inşaa edilmiş o penceresiz rutubetten çürüten, romatizmaya tutulmuş bodrum katı dairelerden çıktılar toplumun arasına.

Öyle böyle çocuğu heba edilmemiştir Türkiye’nin. Korkunçtur. Fakirlikten, borç batağından, borçtan, orman katliamından, hastalıktan, askeri faşizm, ağalık-aşiret düzeni yüzünden göç etmeseydi eğer bunca köylü, köylü köyünde zengin olsaydı eğer, bugün İstanbul’un nüfusu 2 milyon 560 bin olacaktı. Mücella Yapıcı’yı 71 yaşında işte bu yüzden 18 yıla mahkum ettiler. Ev hanımı olmadı diye faşist bir cezanın mağduru oldu diye mahkum oldu.

Faşist her devirde, her evde faşist.









Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu