Açın önünü…
Erdoğan’ın talebinin ne olduğu tam anlaşılmıyor. “Bizi bu halde alın” mı diyor, yoksa “biz değişelim siz de önümüzü açın” mı diyor kestirmek zor.
Litvanya‘ya hareketinden önce düzenlediği basın toplantısında, İsveç‘in NATO‘ya üyelik sürecine ilişkin olarak Recep Tayyip Erdoğan gerçekten de “Önce Avrupa Birliği’nde Türkiye’nin önünü açın, biz de İsveç’in önünü açalım” demiş.
Bugünkü koşullarda Avrupa Birliği üyeliğinin imkânsız olduğu ortada.
Ancak bu cümle 2005 yılında ilerleyen Basın Tarihi treni açısından, tam da o yıl AB’nin Türkiye’nin önünü nasıl açtığını anımsatmak için iyi bir pas sayılabilir.
***
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik müzakereleri 2005 yılının 3 Ekim günü başladı.
AB, AKP’nin 2004 ve 2005 yıllarında gerçekleştirdiği yoğun yasal düzenlemeler ve reformlar sayesinde Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini karşıladığını, temel hak ve özgürlükler alanında da “Türkiye’de durumun AB normlarına uygun” hale geldiğini kabul etmiş oldu.
Bu kabule rağmen Türkiye Yayıncılar Birliği’nin 2005 Yılı Raporu’nda, 25 yayınevinin 37 yazarı ve 43 kitabının yargılandığı vurgulanmaktaydı.
Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu’nun belirlemelerine göre de cezaevinde 8 gazeteci bulunmaktaydı.
Ama reformların hızı, AB’yi bunların da düzeltileceğine ikna etmişti.
***
Ancak reformlar aynı hızda devam etmedi.
2011 yılından sonra önce “duraklama dönemine” daha sonra da “gerileme dönemine” girdik ve AB ile ilişkilerimiz koptu.
Hukuktan uzaklaşılınca AB’den de uzaklaşılır.
Bunu fiilen yaşıyoruz.
***
2005 senesinde Avrupa Birliği ile müzakere süreci açılınca ülkeyi yeniden inşa etme olanağı doğmuştu.
Bu yeniden doğuşun teknik reçetesini oluşturan “32 dosya” yaşama geçirilseydi bugün bambaşka bir ülkede yaşıyor olacaktık.
O dönemde bazı dosyaların önünde Kıbrıs nedeniyle siyasi engeller vardı. Bu dosyaların sayısı da sekizdi.
***
AB ile rahatça müzakere edilebilecek, hiçbir engeli olmayan dosyalar ise daha sonra Türkiye’deki zihniyetin değişimiyle birlikte karanlık raflarda kayboldu.
Bu dosyalar arasında örneğin “kamu alımları” dosyası vardı…
Örneğin “rekabet” dosyası vardı…
Örneğin “sosyal politika ve istihdam” dosyası vardı…
Ulusal Eylem Planı’nda bu dosyaların hayata geçirilmesi için neler yapılması gerektiği satır satır tanımlanmaktaydı.
Hiçbiri yapılmadı.
Bunların yapılmamasının bugün kaç milyon insanın hayatını olumsuz yönde etkilediği daha sonraki yıllarda daha iyi ortaya çıkacaktır.
***
Bu dosyalar açılsa, gereken köklü reformalar hayata geçse, çok farklı bir Türkiye olacaktı…
Cinayete dönüşmüş iş kazalarında her gün düzenli 5-6 işçimizi ölmeyecekti mesela…
Nam salmış yandaş müteahhitler her ihaleyi 21-b’den alıp inanılmaz karlarla rekabet dışı çalışamayacaktı.
İşsizlik bu kadar artmayacaktı.
Siyaset, canının istediğine devlet teşvikleri veremeyecekti.
***
Hukukla birlikte AB’den de uzaklaştığımız bir dönemi yaşıyoruz.
O nedenle, Litvanya’ya hareketinden önce düzenlediği basın toplantısında İsveç’in NATO’ya üyelik sürecine ilişkin Recep Tayyip Erdoğan’ın “Önce Avrupa Birliği’nde Türkiye’nin önünü açın biz de İsveç’in önünü açalım” demesi ilginç geldi…
Avrupa Birliği’nin hukuk sorunları bulunan Türkiye’nin “önünü açması” imkansız.
Türkiye ise “önünün açılmasını” istiyorsa bugün yaptığı ne varsa hepsinin tersini yapmak zorunda. Bu da şu anda pek mümkün gözükmüyor.
Böyle bakıldığında Erdoğan’ın talebinin ne olduğu tam anlaşılmıyor. “Bizi bu halde alın” mı diyor, yoksa “biz değişelim siz de önümüzü açın” mı diyor kestirmek zor.
***
Ama bu sözlerin Basın Tarihi açısından bir yararı oldu…
AB reformlarının başladığı 2005 yılından bu yana, 18 yılda nereden nereye gelindiğini daha iyi görmemize olanak verdi.
Ne yazık ki geldiğimiz yer, 18 yıl öncenin ümitlerinin gösterdiği yer olmadı.
—–
Görsel: yenisafak.com – Cumhurbaşkanı Erdoğan (solda) NATO Genel Sekreteri Stoltenberg (ortada) İsveç Başbakanı Ulf Kristersson (sağda)