Köşe Yazarlarımız

Görme Üzerine…






İlk yazımıza sanatı nasıl gördüğümüzle ilgili başlamak güzel bir başlangıç olabilir diye düşünüyorum.

Bunun için önce biraz sanat algısına değinmekte ve sonra görsel algı veya görme üzerine tartışmakta yarar var. Algı, en kaba tabiriyle, bireyin oluşumu, gelişimi ve uyaranları nasıl yorumladığı ile ilgili bir süreçtir.

Görsel sanat eserlerinin ya da son zamanlarda bu kelime yerine çokça kullanılan işlerin yorumlanabilmesi için önce yapıt algılanmalıdır. Söz konusu şeylerin algılanabilmesi ve de yorumlanabilmesi için her şeyden önce görsel algı devreye girer.

Böylece “bakmak” ve “görmek” ile ilgili fark ortaya çıktıktan sonra görsel algımızı geliştiririz.

Görme eylemi, hayata geldiğimizde ilk yaptığımız şeylerden biridir.

Doğaya gelir gelmez önce ciğerlerimizi açıp nefes almaya başlarız, ardından çevreye bakıp görmeye çalışırız. “Görme konuşmadan önce gelir mesela” demiştir John Berger.

Görme Biçimleri kitabının basıldığı 1970li yılların başında, neredeyse bu konuda son sözü söylemiş, en kapsamlı teorileri geliştirmiş ve felsefi açıklamalar yapmış ünlü İngiliz Sanat Eleştirmeni John Berger’i referans almadan bu konuya değinmek doğru olmazdı.

Devamında diyor ki, bir nesne görürüz, ona bakmaya başlarız ve aynı anda algılamaya başlarız. Göz, istediğini istediği gibi bilinçli olarak seçer ve görme eylemine dönüştürür.

Görme eylemi bakarak gerçekleşebilir. Baktığımız zaman görürüz. Nesnelere bakarız mesela. Nesne ile aramızdaki ilişkilere bakarız.

Bir sanat eserine bakarız. Gördüğümüz her şey “görünen”dir. Göz, karşılıklı görsel konumla nesneye temas eder ve onu olduğu yerden alıp belleğe taşır.

Daha sonra yine aynı nesneyi gördüğümüz zaman ise göz onu bellekten alır ve imgeleri geri sunar. Düşüncelerimiz ve inandıklarımız gördüklerimiz çerçevesinde şekillenir.

Baktığımız şeyi iyi anlamak için o nesneyi kendi varlığına, dönemine, ortamına ve zamanına uygun görmeliyiz. Tabii hepimiz aynı nesneye bakıp farklı algılamalarda veya yüklemelerde bulunuruz.

Bizi biz yapan ethno-centric birikimimiz buna sebep olur. Hatta bazen aynı nesneyi farklı zamanlarda farklı da görebiliriz.

Çünkü sürekli bir değişim-gelişim içerisindeyiz. Dolayısıyla değişim hem gören için hem de görülen için görme ediminin oluşmasında etkilidir. Bir sanat eserine baktığımız zaman da zamana bağlı olarak farklı şeyler görebiliriz.

Bu farklılık baktığımız eserden çok bizdeki değişiklikler sonucunda ortaya çıkar.

Aklını ve işlerini çok sevdiğim çağdaş sanatın en önemli isimlerinden sayılan Joseph Beuys “sanat artık duvara asılan bir nesne değil” dediğinde yıl 1950 idi. Görme konusunda ise herkesin potansiyel bir sanatçı olduğuna inandığından, nesneleri alıp öyle bir düzenlerdi ki nesneler izleyiciden işbirliği yapmasını isterdi.

Resmederek değil gözlerinin kendilerine söylediklerini dinleyerek ve hatırlatarak.

1. Joseph Beuys. Hasengrab, 1964/1979. Karışık Teknik, 140 × 190 × 280 cm.
Private Collection © Estate of Joseph Beuys / SODRAC (2018)

Yine algı ile çok keyifli bir şekilde oynayan Sürrealist ressam Rene Magritte, “İmgelerin İhaneti” isimli eserinde izleyiciyi bambaşka yerlere sürüklemek ister. Bir pipo resmi yapar ve üzerine “bu bir pipo değildir” (Ceci n’est pas une pipe) yazar.

Böylece, Faucault’nun dediği gibi Magritte, resim ile yazıyı birleştirdiği tablosunda hem görüntüye hem de dile ortak bir alan açar. Bir yandan önümüzde bir pipo vardır, diğer yandan bunun pipo olmadığını söyleyen bir yazı! Bu öylesine yapılmış bir şaka gibi görünebilir ama hiç de öyle değildir.

Resimle iletişime geçtiğimiz zaman sanatçının imgelemi ve kendine özgü aktarma şekli ve resimle olan iletişimimizin başlangıcında sanatçının imgelemiyle bunu kendine özgü aktarma şekli, yine Faucault’nun söylediği gibi, “düş ile gerçeği birleştirir; birbirine zıt olanları bir arada kullanarak zihnimizin bağdaştırmaya olan meylinin önünü keser”

Bir başka deyişle, algımızla oyun oynar. Seyirci ile okur kimliğimizi yapı bozumuna uğratır.

2. Rene Magritte. Brüksel, 1928-29. The treachery of images (This is not a pipe), Kanvas üzerine yağlı boya, 60.33 cm × 81.12 cm, Los Angeles County Museum of Art (LACMA).

O zaman, bir esere veya işe bakarken kendimizle açık iletişime geçmek gerek fikirsel olarak gerekse bağ kurarak bakabilmek, aktarılanı anlayabilmek için kendi içimizde bir karşılık bulmaya çalışmak, bunun için de iyi bakmak ve iyi görmek gerek diyebilir miyiz?

Zaten aksini yapmak mümkün müdür ki?

Yani kendimizi dışarıda bırakıp bir esere bakabilir miyiz?

Kısacası bu görme işi çok özen isteyen bir eylem. Sadece dünyayı veya çevreyi algılayışımızda değil, sanat eserlerinin algılanmasında da bir hassasiyet gerekli.









Başa dön tuşu